26 Eylül 2010 Pazar

pisa - roma - floransa




iş için gittiğim ardından 1 hafta tek başıma dolaştığım yeni bir ülke,
kültürünü, dilini ve insanlarını bilmediğim

tek yola çıkmanın vermiş olduğu kimlik karmaşası,
ne istediğini, ne beklediğini daha iyi gördüğün
anı sorguladığın bir yolculuk

başkalarından dinlerken heyecanlandığın şeylerin başına gelmesi, yeni insanlarla tanışmanın verdiği haz, dünyanın bir diğer ucunda yaşananları görüp kendini ve hayatını sorgulaman

ve en güzeli; blonde redhead roma konseri

bilet kuyruğunda şans eseri ingilizce konuşmaya başlayarak tanıştığın, ortak arkadaşlara dahi sahip olduğun ve istanbul'da çok yakın yerde oturduğun birisiyle almış olduğun şarabı konser alanının güzel bahçesinde yudumlamak ve güzel kafayla kazu'yu izlemek oldu

şehirlerde tek başıma yürüdüm, kendime notlar aldım, anlatmam gerekenleri içime anlattım tekrarlayarak

bir tek şarkılar benim yanımdaydılar ve şehirlerle bütünleştiler, dinlemelisin:

tek

1) arcade fire - we used to wait
2) yoav - little black box
3) the dark romantics - let's ride
4) kim ki o - gene oldu
5) blonde redhead - black guitar

25 Eylül 2010 Cumartesi

makineleşen insanlar / i am deranged




diğer işçilerle konuşmanın yasak olduğu
her gün kimyasal atıklara maruz kaldıkları,
haftada 72 saat çalışma süresinin olduğu
ve dahasının olduğu bir yer çin'deki foxconn fabrikası

mevcut çaışma ortamına rağmen işçiler ayda sadece 172 dolar maaş alıyorlar

ve son zamanlarda artan intiharlara önlem olarak bina boşluklarına ağ gerilmiş

zekice çözümlerle bezenmiş insan hayatlarının farklılıklarını görüyoruz.

işçilerden biri olan liu bin'in açıklamaları ise durumu özetliyor:

"iyi yiyecek alacak kadar para kazanamıyoruz. burada arkadaş edinmek bile çok zor, çünkü konuşmaya izin verilmiyor. çoğumuzun pek eğitimi ve farklı bir yeteneği bulunmuyor. bu yüzden başka bir iş yapma şansımız da bulunmuyor. her gün aynı şeyleri yaşıyoruz ve artık kendimi makine gibi hissediyorum"



funny how secrets travel

get well soon'dan güzel bir "i am deranged" yorumlaması

22 Eylül 2010 Çarşamba

istanbul ve yann tiersen



istanbul'un renklerinin güzelliği
sonrası karanlık
ses,
istanbul'un sesi
ve dönme dolap
...

28 Temmuz 2010 Çarşamba

tavus kuşu




mahsun araba çalıp tavus kuşuna istanbul'u gezdiriyordu.
ona sarılıp sadece oturuyordu.

sonra hayatında saf olan tek şeyden bir anda vazgeçip,
hayatta kalmak için onu öldürdü.

"seni diğerlerinden ayırdığım için özür dilerim. hepinizi birden götürmek isterdim ama izin vermiyorlar işte.

artık hiçbir şeye izin vermiyorlar"

28 Haziran 2010 Pazartesi

29



tam zamanında geldin kadim dostum "get well soon"

öperim yanaklarından

16 Haziran 2010 Çarşamba

son

29 Mayıs 2010 Cumartesi

farklı



farklı bir şehir istiyorum
farklı yaşamlar
farklı düşünceler
farklı hayaller
farklı renkler
farklı binalar

kırık hayaller, yıkık dökük bedenler

aynı müzik olsun ama kulağımda, değişmesin düşüncelerim ...

17 Mayıs 2010 Pazartesi

düş




kitaplıktaki hava öylesine baskıcı ki, dikkatini uzun süre okuduğun kitaba ya da yazmaya çalıştığın şiire odaklayamıyorsun. bir kulukça makinasına hapsedilmişsin gibi geliyor ve yavaş yavaş kütüphanenin sadece tek bir şeye, cinsel fanteziler kurmaya yaradığını anlıyorsun. bunun neden başına geldiğini kestiremiyorsun; ama o soluk alınamaz havada ne kadar uzun kalırsan, kafan o kadar çok çıplak kadın, güzel çıplak kadın hayaliyle doluyor ve düşünebildiğin tek şey güzel çıplak kadınları düzmek oluyor. bir kadının duygulara hitap edecek tarzda döşenmiş yatak odasında değil, sessiz sakin bir çayırda değil, şuracıkta, kitaplığın zemininde, milyonlarca kitaptan havalanan toz zerreciklerinin arasında kan ter içinde yuvarlanarak hedy lamarr’ı beceriyorsun. ingrid bergman’ı beceriyorsun, gene tienery’i beceriyorsun. sarışınlar ve esmerlerle, kara derililerle ve çinli kadınlarla, şimdiye kadar aklına düşmüş ne kadar kadın varsa hepsiyle düzüşüyorsun, teker teker, ikişer ikişer, üçer üçer. saatler ağır ağır ilerliyor, butler kütüphanesi’nin dördüncü katındaki masanda otururken kamışının sertleştiğini hissediyorsun. artık hep sert, hep taş gibi, bazen basınç öyle artıyor ki masadan kalkıp koridorun sonundaki erkekler tuvaletine koşuyor, pisuarda mastürbasyon yapıyorsun. kendinden iğreniyorsun. zaaflarına ne kadar çabuk kapıldığına şaşırıyorsun. fermuarını çekerken bir daha yapmayacağına yemin ediyorsun, oysa aynı cümleyi yirmi dört saat önce de söylemiştin. masana dönerken utançtan yerin dibine geçiyor ve oturup kendinde bir anormallik olup olmadığını merak ediyorsun. hiç bu kadar yalnızlık çekmediğini, dünyanın en yalnız insanı olduğunu düşünüyorsun.

sinir krizi geçireceğim diye kaygılanıyorsun.

paul auster’ın görünmeyen isimli romanından alıntı


calla - sylvia's song

28 Şubat 2010 Pazar

800 miles is a drive



sürekli tekrar edilen soru:

where are you tonight?

ve devamı

i summon you to appear my love

13 Şubat 2010 Cumartesi

the end



it's a sin'i hatırlatıyor her seferinde

rialto - monday morning 5:19

11 Şubat 2010 Perşembe

ocak şarkıları



now i'm sleeping, now you're awaking

burayı boş bırakmamak adına 2010'un ilk albümlerinden toparladığım şarkıları tüketebilirsiniz: ocak

1) husky rescue - beautiful my monster
2) tindersticks - factory girls
3) electric president - safe and sound
4) spoon - got nuffin
5) massive attack - atlas air

3 Ocak 2010 Pazar

2010 - huzur



nadir de olsa bazı olaylar tekrar yazma isteği doğuruyor içimde, özellikle yazdığın yazılar ve paylaştığın şarkılar yerine ulaşıyorsa.

2010 senesi içerisinde hafta sonları ve resmi tatiller dahil olmak üzere 117 gün tatil olacak biz çalışan insanlar için, bu dönemler içerisinde farklı hayatlar ve kültürler görmek için istanbul’u terketmek lazım,

mimarlıkta postmodernizm kavramını ortaya atan mimar charles jencks, 'ilk kez 1970'lerde geldiğim istanbul'da hissettiğim hüznü kendi ruh halime yormuştum. ancak orhan pamuk'u okurken bu melankolinin benden değil, kentinizin ruhuna sinen hüzünden kaynaklandığını fark ettim' demiş

burada yaşanan melankoliyi farklı kentlerde bulmak üzere yola çıkmalı bu sene

yaratıcılığı arttırmak ve hayatı daha iyi anlamak için,

some key to make life worth living

1) scott matthews - into the firing line
2) spoon - stroke their brains
3) the cribs - cheat on me
4) danger mouse & sparklehorse - little girl
5) whitest boy alive - timebomb
6) moby - pale horses
7) the black heart procession - iri sulu

bütün günlerden başka bi isim, belki de d.

2009 şarkılarımın tadını çıkarın: 2009

derkenar: spoon sen ne biçim bir grupsun, bu sene içerisinde bir festivalde tanışalım olur mu?